İSTANBUL’A
173 KM, KALBİNİZE 0 KM YAKIN ‘KALPE’
Cuma olur. Ertesine uyanırsınız,
en iyi ihtimalle o haftayı en kötü ihtimalle herşeyi ve herkesi geride bırakmak
hissiyle basıp gitmek istersiniz. Kalbiniz ister bir kere… Çünkü o
yaşananlardan çok bunalmıştır. Kaçıp kurtulmak ister. Sizi de peşinden sürükler
haliyle… Yanınızda aynı şiddette bunu isteyenler de varsa tadından yenmez bu
fırsat. Ve basar gidersiniz… Neresi olduğunun çok da bir önemi yoktur. En kötü
ayaklarınız denize sokarsınız, bir kahve içer dönersiniz. İşte bizim hikayemiz
de böyle başlamıştı. Yolun başındayken hayatımızın en güzel günlerinden birini
geçireceğimizden habersizdik. Trafikten sıyrılıp yol kenarları yeşillendi mi,
neşeli sesler de yükselmeye başladı. İçimizde hayata dair küllenen umutlar
yolun kenarlarındaki ağaçlar gibi yeşillendi. Camlar sonuna kadar açıldı,
arabanın hızı yavaşladı. Otlayan ineklere, havlayan köpeklere selam ede ede
devam ettik yolumuza. En sevdiğimiz şarkıları söyleye söyleye az gittik uz
gittik. Dere tepe düz gittik. Arabanın camından sarkıp rüzgarla el ele verdik.
Ve nihayet vardığımızda karşılaştığımız manzara tam da istediğimiz gibiydi.
Kerpe’deydik. Karadeniz’in dışlanmış sahili. Çünkü tüm hırçın kıyılarına karşın
bu kıyısı alabildiğine sakin, dalgasız, dupduruydu. Fırtınası ve dalgası
dinmeyen Karadeniz’in üvey evladı gibiydi. Güneş batmak üzereydi. Hemen
ayakkabılarımızı çıkardık. Paçalarımızı kıvırdık, denize koştuk. Kuma bastık.
Artık herşey geride kalmıştı. Nefes aldığımız için şükrettik. Ilık ılık suyu
hissettik. Ilık esen rüzgar saçlarımızı sevdi. Sebepsiz bir gülme aldı sonra
hepimizi. Bence güneşin en güzel battığı yerdi burası. Kızıla çalmadı ortalık.
Mavi laciverte kaçtı, sarı turuncuya, turuncu kırmızıya. Gökyüzünde tüm renkler
kendi karakterlerinde dönüştüler. Deniz aynı kaldı ama. O yine sakin,
şiddetsiz, güneşin batmasına aldırış etmeden sessiz ve en duru haliyle süzülüp
durdu. Çıplak ayak yürüdük, kasabadakiler iftara hazırlanıyordu. Sahil kenarına
masalar kuruluyordu. Bir taraftan da mutluluğumuzun etkisiyle yüksek tonda
güldüğümüz ve konuştuğumuz için olsa gerek bize tuhaf tuhaf bakmaktan
kendilerini alamıyorlardı. Ama sonra hafif bir tebessümle onları selamlayınca bizi anladıklarından emin
olduğum belli belirsiz bir gülümsemeyle karşılık veriyorlardı. Sonra kendimize
harika bir mekan bulduk. Sahilin hemen yanına konuçlanmış, denizle, kumsalla ve
gökyüzüyle el ele kol kola oturabileceğimiz. Ahşap yapısıyla oranın ahengini hiç
mi hiç bozmayan Ceneviz Cafe… Hemen en güzel masalarından birisine oturduk,
birer kahve söyledik kendimize. Birsen Tezer çalıyordu. Oranın ruhuna aykırı
hiçbir şey yoktu. Biraz Birsen söyledi, biraz biz söyledik. Güneş battı diye üzülürken , Ay’la göz göze
geldik. Saatlerce bakıştık. Zamanın geçmesini istemediğim nadir anlardan birini
yaşadığımı söyleyebilirim. Bütün gece Kerpe’yi sevdik, seyrettik. Bu
söylediğime gülmeyin. Bir kez daha anladım ki, sevmek için birisinin ya da
birşeylerin elinizin altında olmasına gerek yokmuş. Şems’in en sevdiğim sözleri
döküldü içimden. ‘Allah sadece kalbi
verir, içini sen doldurursun’. Doğru değil mi, o an yanımdaki güzel
arkadaşlarımı çok sevdim bütün kalbimle, Kerpe’nin denizini, kumsalını,
yemeklerini, çayını, kahvesini, insanlarını sevdim. Birsen Tezer’i sevdim. Ay’i
ve yıldızları çok sevdim. Kerpe’nin köpeklerini sevdim. Herşeyi bir kenara
bırakıp yaşadığım için sevinç duydum. Kalbimizi neyle dolduracağımızın bize
kalması ne güzel. İyliğe de kötülüğe de, neşeye de hüzne de, sevmeye de
sevilmeye de biz izin veriyoruz esasen. İyi insan olmak, niyetimizi temizlemek,
güzel düşünmek bizim elimizde. İnsanı
iyileştiren en güze şey de sevmek aslında. Paylaşınca anlamı oluyor herşeyin.
Bir kahveyi paylaşınca, bir haftasonunu paylaşınca, bir gün batımını
paylaşınca, aynı coşkuyu paylaşınca herşey daha da anlamlı geliyor. Bunları
okuduğunuzda belki bilmediğiniz şeyler olmadığını düşüneceksiniz. Biliyoruz tabii
ki ama sevmeyi unutuyoruz, sevilmeye müsaade etmiyoruz. Çünkü başka önemli
işlerimiz oluyor. Gelecek kaygısını taşımak gibi, ertesi gün yapacağımız işleri
düşünmek gibi, kaybettiğimiz paralar için ah çekmek gibi, alışveriş yapmak
gibi, bir yerlere yetişmek gibi… Ne hissettiğimizi hissetmeyi unutuyoruz.
Zamanın akıp gittiğini, hiçbir şeyin bugünkü gibi kalmayacağını unutuyoruz. Kaç
kez hayat güzel, yaşamak gerçekten çok güzel diye geçirdiniz içinizden
bilmiyorum. Hayat bana göre güzel, ama kısa, yaşamak lazım geliyor, güzelinden
şöyle… Bu arada Kerpe’nin eski adı Kalpe’imiş. Sanırım oraya gidip de bunları
hissetmem tesadüf değildi. Kalpe’den selamlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder