21 Haziran 2015 Pazar

İSTANBUL’A 173 KM, KALBİNİZE 0 KM YAKIN  ‘KALPE’


Cuma olur. Ertesine uyanırsınız, en iyi ihtimalle o haftayı en kötü ihtimalle herşeyi ve herkesi geride bırakmak hissiyle basıp gitmek istersiniz. Kalbiniz ister bir kere… Çünkü o yaşananlardan çok bunalmıştır. Kaçıp kurtulmak ister. Sizi de peşinden sürükler haliyle… Yanınızda aynı şiddette bunu isteyenler de varsa tadından yenmez bu fırsat. Ve basar gidersiniz… Neresi olduğunun çok da bir önemi yoktur. En kötü ayaklarınız denize sokarsınız, bir kahve içer dönersiniz. İşte bizim hikayemiz de böyle başlamıştı. Yolun başındayken hayatımızın en güzel günlerinden birini geçireceğimizden habersizdik. Trafikten sıyrılıp yol kenarları yeşillendi mi, neşeli sesler de yükselmeye başladı. İçimizde hayata dair küllenen umutlar yolun kenarlarındaki ağaçlar gibi yeşillendi. Camlar sonuna kadar açıldı, arabanın hızı yavaşladı. Otlayan ineklere, havlayan köpeklere selam ede ede devam ettik yolumuza. En sevdiğimiz şarkıları söyleye söyleye az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Arabanın camından sarkıp rüzgarla el ele verdik. Ve nihayet vardığımızda karşılaştığımız manzara tam da istediğimiz gibiydi. Kerpe’deydik. Karadeniz’in dışlanmış sahili. Çünkü tüm hırçın kıyılarına karşın bu kıyısı alabildiğine sakin, dalgasız, dupduruydu. Fırtınası ve dalgası dinmeyen Karadeniz’in üvey evladı gibiydi. Güneş batmak üzereydi. Hemen ayakkabılarımızı çıkardık. Paçalarımızı kıvırdık, denize koştuk. Kuma bastık. Artık herşey geride kalmıştı. Nefes aldığımız için şükrettik. Ilık ılık suyu hissettik. Ilık esen rüzgar saçlarımızı sevdi. Sebepsiz bir gülme aldı sonra hepimizi. Bence güneşin en güzel battığı yerdi burası. Kızıla çalmadı ortalık. Mavi laciverte kaçtı, sarı turuncuya, turuncu kırmızıya. Gökyüzünde tüm renkler kendi karakterlerinde dönüştüler. Deniz aynı kaldı ama. O yine sakin, şiddetsiz, güneşin batmasına aldırış etmeden sessiz ve en duru haliyle süzülüp durdu. Çıplak ayak yürüdük, kasabadakiler iftara hazırlanıyordu. Sahil kenarına masalar kuruluyordu. Bir taraftan da mutluluğumuzun etkisiyle yüksek tonda güldüğümüz ve konuştuğumuz için olsa gerek bize tuhaf tuhaf bakmaktan kendilerini alamıyorlardı. Ama sonra hafif bir tebessümle  onları selamlayınca bizi anladıklarından emin olduğum belli belirsiz bir gülümsemeyle karşılık veriyorlardı. Sonra kendimize harika bir mekan bulduk. Sahilin hemen yanına konuçlanmış, denizle, kumsalla ve gökyüzüyle el ele kol kola oturabileceğimiz. Ahşap yapısıyla oranın ahengini hiç mi hiç bozmayan Ceneviz Cafe… Hemen en güzel masalarından birisine oturduk, birer kahve söyledik kendimize. Birsen Tezer çalıyordu. Oranın ruhuna aykırı hiçbir şey yoktu. Biraz Birsen söyledi, biraz biz söyledik.  Güneş battı diye üzülürken , Ay’la göz göze geldik. Saatlerce bakıştık. Zamanın geçmesini istemediğim nadir anlardan birini yaşadığımı söyleyebilirim. Bütün gece Kerpe’yi sevdik, seyrettik. Bu söylediğime gülmeyin. Bir kez daha anladım ki, sevmek için birisinin ya da birşeylerin elinizin altında olmasına gerek yokmuş. Şems’in en sevdiğim sözleri döküldü içimden.  ‘Allah sadece kalbi verir, içini sen doldurursun’. Doğru değil mi, o an yanımdaki güzel arkadaşlarımı çok sevdim bütün kalbimle, Kerpe’nin denizini, kumsalını, yemeklerini, çayını, kahvesini, insanlarını sevdim. Birsen Tezer’i sevdim. Ay’i ve yıldızları çok sevdim. Kerpe’nin köpeklerini sevdim. Herşeyi bir kenara bırakıp yaşadığım için sevinç duydum. Kalbimizi neyle dolduracağımızın bize kalması ne güzel. İyliğe de kötülüğe de, neşeye de hüzne de, sevmeye de sevilmeye de biz izin veriyoruz esasen. İyi insan olmak, niyetimizi temizlemek, güzel düşünmek  bizim elimizde. İnsanı iyileştiren en güze şey de sevmek aslında. Paylaşınca anlamı oluyor herşeyin. Bir kahveyi paylaşınca, bir haftasonunu paylaşınca, bir gün batımını paylaşınca, aynı coşkuyu paylaşınca herşey daha da anlamlı geliyor. Bunları okuduğunuzda belki bilmediğiniz şeyler olmadığını düşüneceksiniz. Biliyoruz tabii ki ama sevmeyi unutuyoruz, sevilmeye müsaade etmiyoruz. Çünkü başka önemli işlerimiz oluyor. Gelecek kaygısını taşımak gibi, ertesi gün yapacağımız işleri düşünmek gibi, kaybettiğimiz paralar için ah çekmek gibi, alışveriş yapmak gibi, bir yerlere yetişmek gibi… Ne hissettiğimizi hissetmeyi unutuyoruz. Zamanın akıp gittiğini, hiçbir şeyin bugünkü gibi kalmayacağını unutuyoruz. Kaç kez hayat güzel, yaşamak gerçekten çok güzel diye geçirdiniz içinizden bilmiyorum. Hayat bana göre güzel, ama kısa, yaşamak lazım geliyor, güzelinden şöyle… Bu arada Kerpe’nin eski adı Kalpe’imiş. Sanırım oraya gidip de bunları hissetmem tesadüf değildi. Kalpe’den selamlar…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder