19 Haziran 2015 Cuma

SİMÜLASYON ERKEKLER ‘GAME OVER’DAN HABERSİZ

Nasıl yaşanacağını, kenarda durup izlemeden dünyanın nasıl hem içinde hem dışında olunacağını öğrendim. Bir daha asla ama asla hayattan kaçmayacağım. Aşktan da.
Audrey Hepburn

O zaten hiçbir zaman bir kaçak olamadı. Hep kovalayan, peşinden giden, yakalayan bazen de tutunulan oldu. Çünkü yaşadığı hayat O’na en parlak vaatlerle gelse de nihai sonu en acımasız haliyle sürekli karşısına çıkardı. Audrey’e hiçbir zaman tek bir son yazmadı. Tıpkı filmlerindeki gibi birçok son yazıldı kaderine. Başlangıçları sonlarına karıştı, dağılanları topladı, parçaları birleştirdi ve yoluna devam etti ama başına gelenlere aldırış etmedi. İşte hikayesi de tam da böyle başladı.
Birçokları zarafet timsali Audrey ile ilgili yazdıklarımdan kendine pay çıkarabilir. Çünkü tıpkı O’nun gibi gerçek kadınlar da cesurdur. Cesur olduklarından kimseye tutunmazlar onlar hep tutunulandır. İsteseler de birinde ya da bir yerde konuçlanamazlar. Son dönemde modern zaman kadınları için konuşuluyor bunlar. Fakat bu esasen hiç değişmemiş olsa olsa update olmuş cesur yürek olarak günümüze taşınmış. O da tabii koşullardan kaynaklanıyor. Esareti biten, tabii bu sadece belli bir kesim için geçerli, kadın özgür, parası var pulu var. Hal böyle olunca da müdanası yok. Herneyse konumuza dönelim.
Audrey Hepburn, aslında asil mi asil aristokrat bir ailenin kızı olarak açmış gözlerini dünyaya. Yani sonradan artistlikle paçayı kurtaranlardan değil. Doğuştan şanslı demek isterdim lakin, başta mutlu bir ailenin temelini oluşturmak için koşullar ideal gibi görünse de, babasının ailesini terk edip gitmesiyle kader ağları örülmüş. Barones annesi ne yapsın gözü yaşlı, kızını alıp Hollanda’ya baba evine dönmüş.  Gelgelelim, 1930’lu yıllarda Avrupa’nın üzerine kara bulut gibi çöken Nazi Almanyası, komşu Hollanda’yı da etkilemiş. Barones, çareyi kızını babasının yanına, İngiltere’ye göndermekte bulmuş. Babası, kızına sahip çıkmamış. Küçük Audrey için bu defa da İngiltere’de yatılı okul yolları gözükmüş. Sonrasında 2. Dünya savaşı… Bu arada çarpıcı bir detay yok. Audrey savaş sonrası balerin olur. Bir gün sahnedeyken keşfedilir ve oyunculuk günleri başlar. Yıldızı her geçen gün parıl parıl parlar. Ancak Audrey bir kez babası tarafından terkedilmiştir. Her sabah bu gerçekle uyanır ve her gece bu gerçeğe kapar gözlerini. Bir gün kalbinin en dipte köşede kalmış bu gerçeğiyle tamamen hayata veda edeceğinden habersiz olduğu sıralarda evlenmeye hazırlandığı işadamı James Hanson'un başka kadınlarla ilişkisini gazete sütunlarından öğrenir. Milyonların hayranlık duyduğu Audrey, daha sonra bir başka oyuncuya William Holden'a aşık olacaktır. Ancak O da evli bir adamdır.  Holden, karısını terk etmeye söz verse de çocuk sahibi olamayacağı gerçeği bu aşkı da bitirir.  
Hepburn sonrasında aktör Mel Ferrer'le evlendi ve bir çocuk sahibi oldu, ama bu evlilik fazla uzun sürmedi. Ardından, İtalyan psikyatrist Andrea Dotti'yle nikah masasına oturan Hepburn, yine bir çocuk sahibi oldu, ancak yine kocası tarafından aldatıldı.
"Esas aşkımı buldum" diyerek aktör Ben Gazzara'yla çılgın bir ilişki yaşadı. Ancak, Gazzara için Hepburn, sadece film çekimleri sırasındaki bir maceraydı. Gazzara bir başka kadınla evlendi. Hepburn, evlendiği gün bile Gazzara'yı aradı ve "Elveda" dedi. Hollandalı aktör Robert Wolders'la evlenen Hepburn, 1993'te kansere yenik düştü.

Kaç ilişki, kaç evlilik sığdırdı hayatına. Sonları O mu yazdı, başkaları mı bilinmez. Ancak kendisi yazmış olsa bile, biliyoruz ki, son kararı veren kadınlarmış gibi gözükse de işin aslı kadınlar karar vermeye zorlanıyor. Sonra da nihai sonun sorumlusu oluyorlar. Erkekler her türlü ızdırabı, belki aldatmayı, duygusal ya da fiziksel şiddeti uygulamaktan kaçınmıyor. Belanın her türlüsüne aşkı için katlanan kadının bitmek tükenmek bilmeyen o aşkı için terkedebileceğini aklına getirmiyor. Sonsuz güven duygusu kendisine mi kadına mı belli değil. Birbirimizi kandırmayalım en cool olan metropol kadını bile bir prenses. O mutlu sona imzasını atmak için yanıp tutuşuyor. Kimse inkar etmesin. Tüm sorun himaye altına girmek ya da girmemek; olmak ya da olmamak. Kafa tutan, işler istediği gibi gitmeyince sesini çıkaran, para pul uğruna susmayan, hayattaki duruşunu terketmeyen sahici kadın aşkını terkediyor. Bu da erkeklerin işine gelmiyor. Çünkü egoları bu kadınlarla başa çıkmak için en büyük düşmanları. Tabii cesur yürek kadınlar varsa bir de kahraman erkekler var. Onlar kendi gerçekliklerini yaratmaktan çekinmiyor. Kararlarının, aşklarının, fikirlerinin arkasında duranlar, sözlerini sakınmayanlar, yaşamak istediklerini yaşamaktan korkmayanlar. Azınlık olsalar da yok değiller. Bunlar müthiş egolarının altında ezilmeyenler grubuna giriyor. Oyüzdendir ki onlar mutlular çünkü yaşadıkları gerçek, seçimleri sahici. Diğerleri ise suni yaşayıp, suni ölüyorlar. Suni şeylere suni üzülüp, suni sevinçlerle yüzleri gülüyor. Xbox gibi düşünsenize tenis oynuyosunuz ama simülasyon, elinizde top yok raket yok, ayağınızın altında kort yok yani zeminsizsiniz sadece nefsinizi köreltiyorsunuz. Bu da tabii bir yere kadar. Yaşlar geçip durum anlaşılınca da giden gitmiş kaçan kaçmış oluyor. En korkak kadın bile aşkı bulunca cesaretiyle devleşiyor, erkekler ise korkularından kuyruklarını kıstırıp bir tarafta siniyor. Bir tarafta gerçekler bir tarafta simülasyonlar. Tercih meselesi… Gerçek şu ki, orda da game over olmak mümkün (sesli güldüm).



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder